6 Ocak 2013 Pazar

 

Soru işaretinin çengeline takılmak…

Soru işaretini çok seviyorum. Hem kullanmak, hem de sık kullanıldığı için içinden bol hava ve güneş geçen ortamlarda dolanmak insan beynini nasıl da özgürleştiriyor. Herkesin kesin yargılarla, katı bir dille konuştuğu ve yazdığı ortamlarda, arkasında ne olduğu üzerinde yazan bir sürü kapalı kapı arasında verimsiz, sığ yürüyüşlere çıkmak yerine soru işaretinin peşine takılarak henüz işaretlenmemiş kapıları yoklayabilmek, altlarından esen rüzgârı hissetmek, yolu görebilmek…

Soru işaretinin akrabası olan “bilmiyorum” kelimesini de çok seviyorum. Dirimbilimi tutkuyla sevmemin, bu konuda eğitim görmeyi istememin nedenlerinden biri, bu bilim dalında “bilmiyorum” kelimesinin sık kullanılmasıydı. Yalnızca araştırılacak, bilinecek daha çok şey olduğu için değil, bazı şeyleri belki de hiç bir zaman bilemeyeceğimiz ama hep bir anlama uğraşında olacağımız için heyecanlanıyordum. İşte, anlamak ve anlamlandırmak için çabaladığımız “yaşam” ve “ölüm”, bin bir formuyla, muhteşem bir karmaşayla karşımızdaydı! Yeryüzündeki yaşam şenliğinin nasıl da minicik bir parçasıydık! İnsan ya da karınca, her bir canlının yaşam savaşı ne kadar kutsaldı! Varoluşumuzu tüm görkemi ve sadeliğiyle ortaya koyuşu ve yeryüzündeki yaşam şenliği hakkında ufuk açıcılığıyla kişiye alçakgönüllü bir yaşam uğraşından başkasını mümkün kılmadığını düşünürdüm dirimbilimin.

Dirimbilimle ilgili görüşlerim böyle ancak, tabii ki hiçbir meslekte olmadığı gibi bu alanda da çalışan herkes yüksek ahlâka sahip değil. Soru işaretine olan sevgimizi zaten meslek, sınıf vb. ayrımların ötesinde sorgulayan beyinlere sahip insanlarla paylaşmıyor muyuz? Bildiklerinin bilmediklerinden daha az olmasından huzursuzluk duymayan, kendini hep bir anlamda öğrenci olarak gören insanlarla… Düşüncelerine körü körü körüne yapışmayan, bir gün önce yazıp çizdiğinin çürütülebileceğini bilen; öğrenmeye, değişime ve ilerlemeye açık insanlar… Sıfatlarının, toplumda kazandıkları çeşitli konumların koruması olmadan yürüyemeyenlerin yanında, ilerlemek için koşmaktan da düşmekten de korkmayan insanlar...

Soru işaretinin kendini özetleyen çok ilginç fiziksel özellikleri de var. Nokta ve ünlem gibi keskin hatlı değil mesela. Nokta ve ünlem ile fikirler, gruplar arasına kesin çizgiler koyuyor, sloganlar atıyoruz. Bir karar vermeden önce farklı bakış açılarına teğet geçmeyeceğimizi, karşımızdakiyle empati kuracağımızı hatırlatan engebeleri ile soru işareti, daha bilimsel, adil ve barışçıl. Bir parça eğitim görmüş olanların görmeyeni aşağılamaya hevesli olduğu ve kutuplaşmaların bir yanında saf tutarak bağırmayı seçtiği şu günlerde sorgulamak ve empati yapmak, eğitim görmüş şanslı kesime toplumsal sorumluluklarını hatırlatması açısından da aslında ne kadar yaşamsal. Toplum sağlığı ve barışının sorgulayan insan sayısıyla orantılı olduğunu söyleyebiliriz belki de.

Soru işareti, bilime ve özgürlüğe açık yanıyla dar alanlarda sloganlarla kamplaşmanın, sığ sularda tutsak kalmanın yerine ufuk çizgisine yüzebilmenin işareti. Bu yazıda kamplaşmalara örnek vermem mümkün olmadı ama örneğin ateistlik ve yobazlık dışında agnostisizm seçeneğimizin olduğunu bu toz duman arasında bize ancak, sorgulayan beyinlerimiz hatırlatabilir.

Soru işareti, kancaya, çengele benzer şekliyle de bir yandan insanları birbiriyle iletişime sokuyor. Soru işaretini samimi şekilde kullanan her insan, yollarının kesiştiği kişilere birlikte düşünme, tartışma daveti göndermiş sayılmaz mı?  Benzerliklerimiz yerine farklılıklarımızı vurgulamayı seçtiğimiz, karşı tarafta duranları anlamaya çalışmaktan önce onlara saldırdığımız bu dönemde soru işaretini ne kadar çok kullanır, çengelini ne kadar çok kişiye takarsak o kadar iyi olabilir diye düşünmeden edemiyorum.

24 Kasım 2012/ SoL