1 Ağustos 2012 Çarşamba


Kuşların tanıştırdığı insanlar


                                                                                                              
Anchorage yolculuğumuzun hemen ertesinde Türkiye’ye geldim. Uzun ayrılıktan sonra aileme, dostlarıma, çok özlediğim yemeklerimize kavuşmak; Ören tepenin bilge meşeleri arasında dolaşmak; özlediğim kuş türlerini görmek … ziyaretime sığdırabildiğim tüm güzel şeyler, hem bedenime hem de ruhuma iyi geldi. Ancak tüm bunları isli Türkiye havasını soluyarak yaptığım için, bir boşluk yakaladığı her an yüreğimin burkulduğunu da söylemeliyim.  Şaşırmadım aslında, ama sarsıldım; ülkemiz beklediğimden de kötü bir hale gelmiş.

1997’den başlayarak kimisini birkaç kez gördüğüm, çoğunda yerel insanlarla çalıştığım 15 ülkeye gitme şansım oldu. Mesleki çalışmaların çoğunun turistik gezi programlarında yer almayacak küçük yerlerde yapılması ve kalış sürelerimin uzun olması nedeniyle bunlar, söz konusu ülkeleri tanımayı  kolaylaştıran benzersiz deneyimlerdi. 

Doğduğum topraklardan, kültürden uzak kalmak, onların değerini daha iyi anlamamı sağladı.  Kimi zaman bir şeyin değerini ancak yitirince anlamamız gibi. Yurtdışına çıkmadan önce de ülkesini seven biriydim ama tüm bu deneyimler sonrasında ülkemi daha da çok sevdiğimi söyleyebilirim. Tabii ki ülkemizin değişmesi gereken yanlarını görmeyecek kadar kör bir sevgiden değil, bu kötü” yanları yok etmek için her birimize ne gibi görevler düştüğü konusunda hep kafa yormamı sağlayan bir sevgiden söz ediyorum.

Özelllikle kuşlarla ilgili çalışmalarımız boyunca ülkemizin sorunları üzerine düşüncelerimin daha da berraklaşmasını sağlayan ve kanımca yurtdışı gezilerinden daha besleyici deneyimlerim oldu. Bandırmadan Doğubeyazıta, Samsundan Akyatana, ülkemizin pek çok bölgesinde uzun sürelerle bulundum. Örneğin 2 yıl üst üste, ilkbahar ve sonbahar kuş göçü döneminde, Bandırmanın Kuşcenneti köyünde kaldık. Milli Park görevlilerinden, çobanlara, tarım işçilerinden çocuklara, tüm köyün desteğiyle çalıştık.  Birçok ülkeden meslektaşlarımız da çalışmalarımıza katıldı.  Bir toplumun ham maddesini; insanını tanımak için ne kadar gerçek ve güçlü bir buluşma ortamıydı.  Memleketimden insan manzaraları”… yaşadıklarımızı en iyi özetleyen kelimeler bunlar. Binlerce manzara arasından birini paylaşmak isterim;

Doğuda son dönemde hem terör hem de deprem nedeniyle insanlarımız çok acı yaşadı. Bu örnek doğudan, Iğdır yakınlarından. Sabah erken saatlerinde belirli alanlarda kuş sesleri dinleyerek, gözlem yaparak bölgedeki kuş varlığını tespit ediyorduk. Bu çalışma bitince de leylek yuvası arıyor, bulduğumuz yuvanın yakında yaşayanlara sorular soruyorduk. Kiminle konuşsak tabii ki bir şeyler ikram ediyordu.  Ayrılabilmemiz öyle uzun sürüyordu ki, çalışmalarımız aksıyordu.  İnsanlarla sohbet etmekten çok keyif alsak da çalışma saatlerimiz için bir çözüm üretmemiz şart olmuştu. Sonunda yuva hakkında konuşma yapmaya sadece 1 kişinin gitmesine ve ayrılmanın zor olduğu durumda arabada arkadaşlar bekliyor demesine karar verdik. Kız kardeşimin eşi Okanı gönderdiğimiz bir seferinde pencereden izliyorduk. Bir de ne görelim; Okan parmağıyla bizi işaret eder etmez, bahçede eşinin yanında duran kadın hızla içeri girdi ve 20 saniye kadar sonra elinde bir bardakla belirdi. Okan 5 saniyede kadının verdiğini içti ve ellerini sıkarak ayrıldı! Bu kadar kısa sürede misafirine bir şey sunan bir başka kişiyle henüz tanışmadım! Ne ismini, ne yüzünü bildiğim, sadece uzaktan karaltısını gördüğüm bu kadın, yıllar içinde tanıdığım bir sürü güzel insanımızın, güzel kültürümüzün simgesi oldu benim için.

Ne şanslıyız ki kuşlar sayesinde tanıştığımız ve sayısız güzel anıya sahip olduğumuz birçok dostumuzla iletişimimiz sürüyor.  Aralarında tarım işçileri de var, çobanlar da. Aralarında Arap da var, Kürt de, Pomak da. Huysuz yaşlılar da var, sabırsız çocuklar da. Meraklılar var, sessizler

Juneau’ya döneli 1 hafta oldu. Türkiye’deki son günlerimde hasta olduğum için yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Geçen kış Alaskada geçirdiğim ilk kıştı. Masalsı bulmuş, büyülenmiştim. Hatta baharın gelişine ilk kez üzülmüştüm. Sarkıtlarının müziği, buzulunun mavisiyle kış nasılsa hemen bitmeyecek, bu yazımda ülkemize güneşli günleri geri getireceğine inandığım insanlardan söz etmek istedim. Ve “Ben ve bizim mahalle bakkalı/ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerikada. Fakat ne zarar,/ Çinden İspanyaya, Ümit Burnundan Alaskaya kadar/ her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık/ aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz. diyen dostum Nâzım Hikmeti Alaskadan selamlamak …


05/02/2012 tarihli Cumhuriyet gazetesi'nde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder