1 Ağustos 2012 Çarşamba


Su, su, su…

Alaska deyince birçok insanın aklına buzullar, ayılar, geniş yaban alanlar ve soğuk geliyor. Benim aklıma gelen en eski şey ise bir dondurma. Başında kapüşonu, bir Eskimo mu bakıyordu bize bu dondurmanın üzerinden? Sanırım. Evet, Alaskada Eskimo (o zamanlar onlara böyle derdim ancak şimdi bu terimin birçok nedenle kullanılmadığını biliyorum. Belki ileride söz edebilirim) diye andıklarımız dahil pek çok yerli kabilesi yaşıyor. Evet, Alaskanın kimi bölgeleri, özellikle kimi dönemlerde çok soğuk olabiliyor. Evet, Alaska’da buzullar ve ayılar ve insan eli değmemiş geniş yaban alanları var. Ancak benim için Alaska demek “üşümek değil, ıslanmak demek!  Benim için Alaska demek “önüm, arkam, sağım solum yağmur ormanı demek. Benim için Alaska demek “su” demek! Hiç dinmeyeceğini düşündürten yağmur, binlerce göl, nehir, kar, buzullarBinbir formu ile su, su, su

Biz, Türkiye’nin yaklaşık 2 katı büyüklüğünde olan ve birbirinden oldukça farklı bölgelere sahip Alaskanın, buzullar ve ayılar yanında yağmur ormanına ve totemlere ev sahipliği yapan ve kısaca güneydoğu olarak anılan bölgesinde yaşıyoruz. Alaska eyaletinin başkenti, bölgenin en büyük şehri Juneauda. Alaskanın tava sapına benzetilen bu bölgesi, okyanus dışında sadece Kanadaya komşu ve 22 bin km uzunluğunda kıvrımlı bir sahile ve bu sahile hemen her yerde sokulan binin üzerinde adaya sahip. Bitki örtüsü, coğrafyası ve yerli kültürü ile çok özel bir bölge.  Örneğin, Alaska’nın ılıman yağmur ormanının neredeyse tamamı ve totem yapan kabileleri Tlingit, Haida ve Tsimshianlar burada. Bölgenin %77 si (69 bin km²) Tongass ulusal ormanı ile kaplı! Tongass hem Amerikanın en büyük ormanı hem de dünyanın en büyük ılıman yağmur ormanının (Kuzey Kaliforniyadan kuzeye, Kodiak Adasına dek uzanan Pasifik ılıman yağmur ormanı) büyük bir parçası. 

Amerika’nın en büyük eyaleti olan Alaskanın toplam nüfusu 700 bin bile değil, Juneauda ise yaklaşık 31 bin kişi yaşıyor. Juneaudan arka bahçesinde buzul olan şehir (buzul sahası 3800 km²)  olarak söz ediliyor. Feribotla ulaştığınızda ya da uçakla alçalmaya başladığınızda sizi buzullar karşılıyor. Dağları çok severim ancak buzdan nehirler de en az dağlar kadar bilge ve görkemli. Hem hareket ediyorlar hem de hiç kımıldamıyorlar.  Hem sesliler, hem sessiz.  Benzersizler. Türkiye’de de ılıman yağmur ormanı var, ayı var, güzelim denizlerimiz var, balina var, kurt varEşimin yapmaya başladığı ama bitiremediği totem bile ülkemizde. Belki bu yüzden benim için buzullar çok özel. Apartmanımızın kapısından çıkıp 10 dakika yürüyünce Mendenhall Buzulu’nu görebildiğim için ne şanslıyım. Buzdan nehrin karşısında insan ressam olmak istiyor! Her gün görsem bile doyamadığım bu büyüleyici buzul, sıcaksanız soğuruyor, soğuksanız paylaşıyor. Çok iyi dinliyor.

Bu topraklarda binlerce yıldır doğanın bir parçası olarak ve gereğinden fazlasını almadan yaşamış olanlar Auke klanına ait Tlingit yerlileri. 1879da bölgede gezen John Muir, bir yazar ve doğacıya yakışır biçimde Mendenhall Buzulunu  Auke olarak isimlendirmiş ancak 1892 yılında buzulun ismi, bölgede araştırmalar yapan bilimci Thomas Corwin Mendenhall’ı onurlandırmak için değiştirilmiş. Juneauda bir göl ve bir körfez “Auke” olarak geçiyor ancak insanın yine de canı sıkılıyor. Juneaunun modern tarihi ise altına hücum döneminin tarihi bir bakıma. 1870lerden itibaren altın peşinde bölgeye akın eden madencilerin kurduğu Juneau şehri adını, Tlingit şefi Koweenin yönlendirmesiyle altın bulan 2 kişiden biri olan Kanadalı madenci Joe Juneaudan alıyor.  Tlingit kültürü ve sanatını biraz biliyorsanız burada her yerde Tlingitler’in izini görüyorsunuz ve şehrin adının Fransızca olmasını da doğal olarak pek anlamlı bulmuyorsunuz. Geçenlerde ardı ardına birkaç Fransız filmi izleyince çok az bildiğim bu dil canlandı ve birden “Juneau” kelimesinin içinde “su” anlamına gelen eau kelimesinin yer aldığını sevinerek fark ettim! 

Yılın yaklaşık 225 günü yağışlı olan Juneau bugünlerde yine bir yağmur ülkesine dönüştü. Yağmuru çok sevdiğim için şikâyet etmedim ama arkadaşlar homurdanmaya başlayınca Türkiyeyi nasıl buluyorsun? sorusuna eşimin kısaca kuru demesi geldi aklıma. Belki Güneydoğu Alaskalılığım pekiştikçe ben de yağmurdan şikâyet etmeye başlarım kimbilir. Burda suyla ilgili tek şikâyetim yüzememekti ancak Temmuz’da önce Auke Gölü’nde, sonra  (üstelik uzun uzun ve fokların biraz ötesinde!)  Pasifik Okyanusunda yüzdüm!  Özlediğim Kuzey Ege’nin soğuk sularından bildim bunu.

25/09/2011 tarihli Cumhuriyet gazetesi'nde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder