Alaska’ya ilk gidişim
ile Nisan 2010’da
buraya yerleşmemiz arasında
geçen
zamanda öyle
çok
şey
oldu ki, ilk yazım ile
ikincisi arasındaki ilmeği
nasıl atacağımı
düşünüp
durdum. Doğası,
kültürü,
tarihi ile çok
renkli olan Alaska’yı
anlatmaya başlamak ve bu
aralar her yerde rastladığımız
ayılardan ve
somonlardan sözetmek
en doğrusu
olabilirdi. Şimdilik
sadece burası “ kuzeyde
bir yer ” desem, en azından
bir kısmınız
bu güzel
diziyi de hatırlayıp
hoşgörür
müsünüz?
Alaska’ya isteyerek değil
zorunda kaldığımız
için
yerleştik. Öykümüzün
ülkemizin içinde bulunduğu
karanlıkla çok
ilgisi var. Artık bizi bir
insanın “ne”
yaptığından çok “nasıl”
yaptığı ilgilendiriyor.
Ancak hem bilimde hem sanatta, yapılan
işlerin bir anlamda “çocuk”
olduklarını
ve “insanlık
namına”
onları doğuranlardan
bağımsız
olarak değerlendirilmeleri
gerektiğinin de
bilincindeyiz. Bir insan karpuza bayılabilir,
diğeri sevmeyebilir.
Zorla karpuz yenir mi? Şarkılar,
filmler biraz da karpuz sevip sevmemeye benzer. Ya yunus, kuş
sevmek? Onları araştırmak,
hele korumak? Karpuzsevmez ne karpuzu yetiştirene
ne de karpuza saygısızlık
yapıyor sayılmaz
ancak kuşlar,
yunuslar birbirine çelme
takarak araştırılamaz.
Bilimsel ahlaka sığmaz. Gerçek bilim adamı,
dünyanın yuvarlak olduğunu
söyleyen
meslekdaşının
ağzını
kapatmaya çalışmaz.
Yobazlar, cahiller yapar sadece bunu değil
mi? Gerçek bilim adamları
meslekdaşlarına
kızabilirler, yanlışa
düştüklerini
düşünebilirler ancak
yanlışlarla “meydanda”
ve “kılıçla”
savaşmayı
yeğlerler. Yunusları,
kuşları
korumak isteyenlerse sevdikleri
yaban hayatı iyi tanıdıkları
için
bu görevin
üstesinden
kalkacak kadar şey
bilmediklerini de, belki hiçbir zaman
bilemeyeceklerini de ve en önemlisi insandan
milyonlarca yıl önceden
beri var olan yunusları,
kuşları
koruyabileceğine
inanmalarının
saygısızlık
dahi sayılabileceğini
de bilirler. Tüm
bu bilmelerin ve bilmemelerin içinde boyunlarını
biraz eğerler ve ne
yapmaya çalışıyorsa
bunu, tüm el uzatanların
elini tutarak yaparlar. Sadece “nasıl”
ve “neden”
sorularını
cevaplamak için değil,
müziğini
dinlemek için de doğaya
koşarlar ya, çok
gürültücü
değillerdir.
Burada balinaları
karadan bile görebilirsiniz. Kimi zaman sadece duyarsınız.
Nefeslerinin sesini…
Yaşamı
özetleyen sesi. Geçen yıl
kıyıdan
uyuyan bir balinayı
dinlemiştim. Ağır
ağır nefes alışı
nefes aldırtmıştı. Bunca yer gezdikten sonra bile çok güzel olduğunu
düşündüğüm
için kendimi dünyanın
en mutlu insanlarından saydığım
memleketim Burhaniye, çok rüzgârlıdır.
Havanın sürekli
temizlenip, yenilenmesine alışık
olduğum içindir
belki, havasız yerlerde
iyi hissetmem kendimi. Hele bir de pis ve ağır
bir koku varsa. Böyle
durumlarda ya pencere açmalı
ya da dışarı
çıkmalıyım.
Ülkemizde beyin göçünden çok sözedilir ama göçmeyen beyinler pek görülmez ve
desteklenmez. Ekonomik sorunlar içinde debelenirken
bir de havasızlıktan
ölecek
değildik, işte
biz de Alaska’ya
geldik.
Alaska’da mutsuz olmak için özel
çaba harcamak gerekir bence ve birileri sizi üzerse Alaska çok güzel iyileştirir.
9 yıl topraklarından
uzak yaşamış
Jno’nun
kuzgunlarına, sarı
sedirine kavuşması
az mutluluk değil. Geçenlerde
bana “
benden çok
olmadığını
biliyorum ama bu kadar önemli
olduğumu bilmiyordum”
diyen yeğenim Rüzgâr
ve buraya yerleşmeden önce
en fazla 4 ay ayrı kaldığım
ailemden uzak olmak ise çok zor. Sevgili Mustafa Balbay’a gönderdiğim
ilk mektubumda yeğenimi her özlediğimde
kendisinden güç
aldığımı
yazmış olmalıyım.
Üstelik aylar önce talep ettiğim
ülkemi
ziyaret hakkıma halâ
kavuşamadığım
için
(Türkiye’de
kalma kararı alınca
iptal ettiğimiz göçmen
vizesi kabusunu yeniden yaşıyoruz)
ben de Alaska’da
hapisim bir anlamda!
Burda yaptıklarımız
(geçenlerde yarasalara radyo vericisi taktık)
elde değil bazı
acıları
hortlatıyor, öfkelendiriyor. Nefes almak için
doğa tek başına
yetmiyor. Evdekilerden can havliyle şiir
kitabı istemiştim.
Bu sabah annemin gönderdiği
paket geldi ve içinden “Benim öfkem
gecelerin beyidir”
çıktı!
Dün
yazımın
son taslağına x'aséikw
başlığını
koymuştum. Tlingit dilinde “yaşam, nefes” (life, breath) demekmiş diye. Minik şiir kitabının içinden de “nefes” isimli bir şiir çıkmaz mı? Meğer
sevgili Memet Fuat’ın
“sözünü
sakınmaz ama iyiliğinden,
sevgi dolu yüreğinden
de hiçbir
zaman kuşkuya düşülmez
bir “ozan”
olarak tanımladığı
sevgili Can Yücel, günün birinde “bir
ses geldi/ bir ses geldi içimden/yaşamak
ne kadar güzel bir nefes” diye yazmışmış.
4/09/2011 tarihli Cumhuriyet gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder