Kuzgun
dilli insanların topraklarında
Alaska’ya
yolculuğum
1992 yılında
İzmir’de
başladı.
Suyun üzerinde, dirimbilim okumaya kararlı bir lise öğrencisi olarak ziyaret ettiğim
Greenpeace gemisi Sirius’un güvertesinde. O yıllarda
ülkemizde yaban hayatıyla
ilgili çalışma
yapan kurumların sayısı
çok azdı. Greenpeace ofisi
de henüz açılmamıştı.
Alsancak Pasaportun gün gelip de görememekten
korktuğum
o güzelim siyah beyaz taşlarının
üzerine kurulan iskeleyle Sirius’a
adım
atarken bu nedenle çok heyecanlıydım.
Doğayla
ilgili çalışmalar yapan
insanlarla tanışarak bilgi ve deneyimlerinden bir şeyler
kapmayı
umuyordum. Adını gökyüzünün
en parlak yıldızından
alan bu güzel geminin beni bayrağının üzerinde
yıldızlar
olan Alaska’ya götüreceğini
tahmin bile edemezdim.
Sirius’da
görevli Alaskalı Irene ile aramızda ilk andan
itibaren güçlü bir iletişim kurulmuştu.
Doğayı
algılayış
biçimimiz çok benziyordu ve kültür
ve yaş
farkına
rağmen
eskiden beri tanışıyormuş gibiydik. Bir ara
gemiyi gezmeye gelenlere birlikte açıklamalar yaptığımızı
hatırlıyorum.
Sonra çizmeyi aşmaktan
korkarak yanından
ayrılmıştım.
Tekrar güverteye çıktığımda, adresimi
vermeden gittiğimi zanneden Irene’in telaşla beni aradığını
görünce çok
şaşırmıştım.
Irene’in
içinden balina, ayı, kartal...kısaca Alaska’ya ait tüm
yaşamın
geçtiği mektupları
dostluk yanında
meslek hayatım
için de büyük bir itici güç
oldu. Alaska’yı ikinci evim olarak hissetmeye başlamıştım
ve görmek için sabırsızlanıyordum.
ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde okurken ailenin ekonomik nabzını
tutan babam bir gün heyecanla gelip Alaska’ya gidebileceğimi müjdeledi!
1998
yazında
düşlerimi sırtlayıp
Alaska’nın başkenti
Juneau’nun yolunu tuttum. Kelimenin
tam anlamıyla
çarptı beni Alaska. Irene
ve Bill’in mükemmel ev sahipliği ve mesleki deneyim kazanmam
için harcadıkları
çaba sayesinde turistlerin büyük
paralar vererek yaptıkları bazı
şeyleri
(örn. yüzen uçağa
binmek) ve teğet geçebilecekleri pek çok
şeyi
(örn. 4 yavrusunu ağzıyla
yüzen evin platformuna çıkaran bir su samurunu
izlemek) nerdeyse bir Alaskalı gibi yaşama
şansım
oldu.
Bu
ziyaret sırasında
etkileyici kültürlerinin ve sanatlarının
izlerini (örn.totemler) her yerde gördüğüm
bu toprakların
esas sahipleri Tlingitler ile tanışmam mümkün
olmamıştı.
Üniversitede kuşlarla ilgilenmeye başlamıştım
ve kuzgunun ne kadar zeki bir kuş olduğunu biliyordum.
Tlingit yerlileri için kuzgunun büyük önem taşıması
da çok etkilemişti
beni. Bu topraklara kök saldığımı hissettiğim
bu ziyarette Alaska’ya bir kere daha geleceğimden emindim ancak
birkaç yıl
içinde bir "Kuzgun”
ile evleneceğimi
aklımın
ucundan bile geçiremezdim!
Tlingitler
kuzgun ve kartal olarak 2 ana klana ayrılıyor.
Ne zaman bir kuzgun görse seslenmeden duramayan eşim
Jno bir “kuzgun”. Tlingit dilindeki pek
çok ses de zaten kuzgunun çıkardığı seslere benziyor.
Bir gün bu sesleri çıkarmayı başarabilecek
miyim bilmiyorum ama ben artık kuzgun dilli insanların
topraklarında
yaşıyorum.
Kuzgun,
tanışmış
olmaktan onur duyduğum Sevgili Gürhan Uçkan’ın deyişi
ile Alaska’nın kalıcı kuşlarından.
Yıllarca
bu köşeden,
kuzeyde başka
bir yerden bizlere tadına doyulmaz denemeleri ile seslenen
bu güzel ve zarif insanı bu vesile ile özlemle anıyorum.
14/08/2011 tarihli Cumhuriyet gazetesi'nde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder