1 Ağustos 2012 Çarşamba


Kuzgun dilli insanların topraklarında

Alaska’ya yolculuğum 1992 yılında İzmir’de başladı. Suyun üzerinde, dirimbilim okumaya kararlı bir lise öğrencisi olarak ziyaret ettiğim Greenpeace gemisi Siriusun güvertesinde. O yıllarda ülkemizde yaban hayatıyla ilgili çalışma yapan kurumların sayısı çok azdı. Greenpeace ofisi de henüz açılmamıştı. Alsancak Pasaportun gün gelip de görememekten korktuğum o güzelim siyah beyaz taşlarının üzerine kurulan iskeleyle Sirius’a adım atarken bu nedenle çok heyecanlıydım. Doğayla ilgili çalışmalar yapan insanlarla tanışarak bilgi ve deneyimlerinden bir şeyler kapmayı umuyordum. Adını gökyüzünün en parlak yıldızından alan bu güzel geminin beni bayrağının üzerinde yıldızlar olan Alaskaya götüreceğini tahmin bile edemezdim.


Sirius’da görevli Alaskalı Irene ile aramızda ilk andan itibaren güçlü bir iletişim kurulmuştu. Doğayı algılayış biçimimiz çok benziyordu ve kültür ve yaş farkına rağmen eskiden beri tanışıyormuş gibiydik. Bir ara gemiyi gezmeye gelenlere birlikte açıklamalar yaptığımızı hatırlıyorum. Sonra çizmeyi aşmaktan korkarak yanından ayrılmıştım. Tekrar güverteye çıktığımda, adresimi vermeden gittiğimi zanneden Irene’in telaşla beni aradığını görünce çok şaşırmıştım.


Irene’in içinden balina, ayı, kartal...kısaca Alaska’ya ait tüm yaşamın geçtiği mektupları dostluk yanında meslek hayatım için de büyük bir itici güç oldu. Alaska’yı ikinci evim olarak  hissetmeye başlamıştım ve görmek için sabırsızlanıyordum. ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde okurken ailenin ekonomik nabzını tutan babam bir gün heyecanla gelip Alaska’ya gidebileceğimi müjdeledi!


1998 yazında düşlerimi sırtlayıp Alaskanın başkenti Juneaunun yolunu tuttum. Kelimenin tam anlamıyla çarptı beni Alaska. Irene ve Bill’in mükemmel ev sahipliği ve mesleki deneyim kazanmam için harcadıkları çaba sayesinde turistlerin büyük paralar vererek yaptıkları bazı şeyleri (örn. yüzen uçağa binmek) ve teğet geçebilecekleri pek çok şeyi (örn. 4 yavrusunu ağzıyla yüzen evin platformuna çıkaran bir su samurunu izlemek) nerdeyse bir Alaskalı gibi yaşama şansım oldu.


Bu ziyaret sırasında etkileyici kültürlerinin ve sanatlarının izlerini (örn.totemler) her yerde gördüğüm bu toprakların esas sahipleri Tlingitler ile tanışmam mümkün olmamıştı. Üniversitede kuşlarla ilgilenmeye başlamıştım ve kuzgunun ne kadar zeki bir kuş olduğunu biliyordum. Tlingit yerlileri için kuzgunun büyük önem taşıması da çok etkilemişti beni. Bu topraklara kök saldığımı hissettiğim bu ziyarette Alaska’ya bir kere daha geleceğimden emindim ancak birkaç yıl içinde bir "Kuzgun ile evleneceğimi aklımın ucundan bile geçiremezdim!


Tlingitler kuzgun ve kartal olarak 2 ana klana ayrılıyor. Ne zaman bir kuzgun görse seslenmeden duramayan eşim Jno bir “kuzgun”.  Tlingit dilindeki pek çok ses de zaten kuzgunun çıkardığı seslere benziyor. Bir gün bu sesleri çıkarmayı başarabilecek miyim bilmiyorum ama ben artık kuzgun dilli insanların topraklarında yaşıyorum.

 

Kuzgun, tanışmış olmaktan onur duyduğum Sevgili Gürhan Uçkan’ın deyişi ile Alaskanın kalıcı kuşlarından. Yıllarca bu köşeden, kuzeyde başka bir yerden bizlere tadına doyulmaz denemeleri ile seslenen bu güzel ve zarif insanı bu vesile ile özlemle anıyorum.

 


14/08/2011 tarihli Cumhuriyet gazetesi'nde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder